14 Ocak 2014 Salı

SEYAHAT MACERAM

İlk defa gördüğüm şehre önce kuşbakışı yapıyorum, yani yukardan önce görmeye çalışıyorum. Sanırım açıyı geniş tutmak ve böylece aynı anda daha çok şeyi görmeye çalışmak, gayriihtiyari. Fakat bu yaşadığım veya sık sık gidip geldiğim şehir için geçerli değil. Sadece bana lazım olana bakıyorum, örneğin ben trafikteysem sadece işte yola, ya da yayaysam gitmek istediğim dükkana, mağazaya veya her nerde işim varsa en fazla sokağına caddesine.  Fakat sonra fark ettim ki zamanla bu bakış insanı mutsuz ediyor, dar, ufuksuz ve kör bakış diyorum ben şimdi buna. Bu şekildeki bakış zamanla sanırım her şeye sirayet edip, bir at gözlüğü bakışına dönüşüveriyor. Ne yaşadığın köyün, kasabanın, şehrin her nereyse işte;  sahip olduğu fiziki ve manevi güzelliklerini görebiliyorsun, ne de farkına varabiliyorsun yaşanılanların. O nedenle gezmek, farklı yerlere gidip görmek insanı bu at gözlüğünden, ufuksuzluktan körlükten kurtarır, mutlu eder. Evini özlersin, yaşadığın ülkeyi, şehri özlersin, sahip olduklarının kıymetini anlarsın, bu duyguyla bir zaman idare edip, daha verimli olursun. Demek ki “seyahat edin, sıhhat bulun” diyen Efendimiz  de insanoğlunun haleti ruhiyesinin nasıl teskin olacağını bize böyle özlü bir şekilde boşuna anlatmamış.  Sanıyorum seyahat ve sıhhat kelimeleri de etimolojik olarak ya aynı köktendir, ya da akrabadır.( Saha (boş alan), siyah, seyahat), sıhhat  insanın kafasını yoran, ruhunu daraltan şeylerden kurtularak sağlık bulmasıdır. Yabancı dillerdeki sıfırın manası olan zironun da kökeni kazılıp araştırınca buraya dayanıyordur. (atış serbest,J  nasılsa bilimsel makale yazmıyoruz ya burada, merak edenler, ilgi duyanlar araştırabilir, hatta bizi de aydınlatabilir). Yani vesselam fakirin sıklıkla gezme ihtiyacının altını deşelemekteyim bugün. Zira zavallı ben küçüklüğümden beri kendimi ifade etmeye çalışıp durdum. Gitmenin, ayrılmanın, uzaklaşmanın, benim için ne olduğunu, kendimi aynı yerde uzun süre kalınca havasız, nefessiz kalıyor gibi hissettiğimi anlatmaya çalıştım, diyebilirim ki ömrümün yarısı bunu anlatmaya çalışmakla geçti. Yok yok yok… Kimseye anlatamadım, anlatamıyorum da. Hani benimkisi benim için bir lüks değil yani… Bilmem ki bence öyle ama insanlar bana şımarıklık yaptığımı ima ettiler hep. İçimden sessiz çığlıklar yükseldi. O sessiz çığlıklarım, ruhumda fırtınalar estirdi, bazen küstüm, bazen kırıldım, bazen ağladım. Bazen bir zeyna  gibi savaştım, bazen esip gürledim, bazen kendime öfkelendim. Ama ben hep mücadele ettim. Bu yüzden 18 yaşına basar basmaz ehliyet almaya kalktım, bu yüzden ev edinmeden önce hep araba edinmeyi tercih ettim, bu yüzden arabasızlığı en büyük çile olarak gördüm. Gitmek benim için hep özgürlüktü ve bu özgürlüğümün önüne geçen her şey boynumu büktü. Özgürlük bazı insanlar için açlık, susuzlukla aynı şey galiba. Açlık susuzluk bedenin ihtiyacıysa bazı ruhların ve de tabiî ki benim ruhumun ihtiyacı da özgürlük galiba. Sınırlar, yasaklar, yoksunluklar, çaresizlikler, katı kurallar velhasıl her bir şeydeki sınır insan olarak beni inanılmaz mutsuz ediyor. Evet bu anlamda ben de benimle yaşayanları belki mutsuz etmiş olabilirim. Mesela annem; kaç yaşıma geldim hala ona nereye gittiğimi, nerden geldiğimi söyleyemem. Çünkü ona göre çok yersiz, çok gereksiz.  Evleninceye kadar benim özgürlük duygumla mücadele etti, maalesef bu konuda beni mutsuz da etti. Evlendiğimiz ilk yıllar eşim, anlayamadı, aklınca beni hale yola koymaya çalıştı. Baktı ki çok mutsuzum ve ben de baktım ki değişemiyorum, hala aslında olmayan orta yolu arıyoruz, belki de birbirimizle savaşmanın yorgunluğunu yaşıyoruz ikimiz de J J J  O’na evinde oturan, evinin kuşu bir hanım, bana da çantası sırtında bir adam lazımmış ama işte takdiri ilahi. Ne yaparsın J J Tek kusurumuz varsın bu olsun, çok zevkli olmasa da eşsiz de gezilebiliyor ama yalnız yaşanmıyor. Bugünümüze şükür sonsuz kere. Rabbim yalnızlıktan, kimsesizlikten, kendi kendine yetememekten, elden ayaktan düşmekten, bir gün gezemeyecek olmaktan muhafaza etsin. Bir arkadaşım vardı, bundan yıllar yıllar önce şahane bir taklitle benim yaşlılığım için elinde bastonunla “evladım arkamdan ittiriver de şu arabaya çıkayım” der, yine gezmekten geri kalmazsın sen derdi. Kulakları çınlasın J


      Ve ben biliyorum ki; ilk elmaların, kirazların, eriklerin dalları rengarenk çiçeklendiğinde, dere kenarlarında baharı müjdeleyen çuha çiçekleri açtığında, papatyalar, gelincikler yemyeşil çimenlerde salındığında,  tabiat renk cümbüşü ile bize gösterisine başladığında gözüm de, elim de, ruhum da haritalarda yeni yerler arayacak, büyük bir heyecanla yolculuk hazırlıklarına başlanacak, bavullar hazırlanıp, poğaçalar, börekler, sarmalar yapılıp arabada yemenin içmenin ve yollarda yeni yerleri keşfetmenin, hiçbir otel rezervasyonu yaptırmadan canımız nerde isterse orda konaklarız diye vardığımız her şehirde her defasında yeni kalınacak yerler, oteller, moteller, keşfetmenin, hatta bazen çocukla gece yarısına kadar yer aramaların dibine vuracağız. Yazarken bile geçmiş yolculukları hatırlamak ve  yenilerini hayal etmek  şahaneydi. Bizi bahara ulaştıracak Rabbe sonsuz şükürler olsun… 

6 yorum:

  1. seyahat edin sıhhat bulun hadisini biliyorum ve çok seviyorum, ben yolculukta büyük hikmetler gizlendiğini hissediyorum, ankaradan istanbula 20 yıldır gidip geliyorum , yollar,dereler tepeler ağaçlar...sanki yolculukta iman tazeliyorum, zayıf bi çare inancım yolculukla kuvvetleniyor,yola çıkınca kendimi her şeyden azat etmiş gibi hissediyorum,sanki "O" na daha yakınım gibi...neyse çok uzatmayayım bir dokun bin ahh işit
    derler ya...işte öyle..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayşeciğim hani derler ya "parayla, imanın kimde olduğu belli olmazmış" diye. Allah sana o kadar güzel bir kalp gözü vermiş ki, o gönülden kaleme dökülebilenler bize neler neler anlatıyor, bir de hangi dergide yazdığını bilseydik... Lutfedip karalamalarımı okuman benim için nasıl bir onur bir bilsen ♥♥♥

      Sil
  2. İnanç ile ilgili yazmayı düşünüyorum inşallah yarın, inancımın çok zayıf olduğunu biliyorum,bunu gizlemeye bile çalıştım şeklim ile, ama ne düşünüyorsam neysem onu yazabiliyorum başkasını beceremiyorum.İnanmak...yeni doğan güne, aynı yastığa baş koyduğun eşe, kıştan sonra ilkbahar geleceğine,karanlıktan sonra çıkan aydınlıklara, inancım
    öyle zayıf ki...bir çocuk gibi kandırılmak bile istiyorum...off öyle garip bir yalnız içindeyim ki bir dokunana bin açılıveriliyorum, özür dilerim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yarınki yazıyı bekliyor olacağım, aslında bir farkındalık, bir devrim hissediyorum sözlerinin altında...

      Sil
  3. Sevgili Yüzyıllıkkonak, geçmiş yazılarmı okuduğun için teşekkür ederim.Değerli yorumlarına tek tek cevap vermek isterdim ama bugün bir bir iş gelişmesi oluştu daha net bir şey yok ama danışacak akıl alacak kimsem yok, emailin varsa size bir kaç soru sormak isterim...tekrar teşekkür ederim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayşeciğim çok sevindim, ben de geç kalmışım yorumunu görmek için ama e-mail adresim yuzyillikkonak@gmail.com

      Sil