28 Mart 2014 Cuma

MARİFETLİ HANIMLARA DANIŞMA KLUBÜ


        Bu günlerde kayınvalidem, alt solunum yolu enfeksiyonu olmuş, eşim de annesini bir kaç doktora götürdükten sonra, tedavisi gözümüzün önünde olsun diye bize getirmiş. Haliyle tabi ev biraz hareketlendi, hasta ziyareti nedeniyle gelip giden misafirler oldu.  Akşamları ani gelen misafirler için ikramda kusur etmemeye çalışıyoruz kendi çapımızda. Fakat bunca yıl oldu evleneli hala bu ani misafir ikramlıkları konusunda elim ayağım birbirine dolaşmıyor da değil ne yalan söyleyeyim. Hem tatlı olsun, hem tuzlu olsun, e bunlar da birer çeşit olup  tabağın karşılıklı  köşesine kurulup birbirine selam versinler istemiyor insan haliyle :) Ortalama bir saat içinde yarım yamalak marifetlerimi konuşturmam, mutfağımı pek alışık olmadığı bu  hıza yetiştirmem gerekti :). Hüsnü zannımca mutfağın son performansları fena sayılmasa da, kendi kendime şunu düşündüm. Böyle durumlar için muhakkak bir ön hazırlık yapılmış olmalı ki daha az performansla daha güzel ikram tabakları hazırlanabilsin. Tabi bu hem çay hem de yemek hazırlıkları için olsa çok daha güzel olur. Ben maalesef eşimin hazırlanıp deep freeze konan veya konserve edilen hiç bir şeyi yememekte direnmesi nedeniyle bu konuda kendimi geliştiremedim. Oysa her kadın için nasıl bir kurtarıcıdır deep freez hazırlıkları. O görmeden yapıp buzluğa attığım yaprak sarmaları, ıspanaklı, patatesli börekler ve birkaç çeşitle hazırlanmış halujlar  çok işime yarayınca bu konuda eşimin fikrini dikkate almamaya karar verip, çareyi de sizlerin bu konudaki deneyimlerinden istifade etmekte buldum. Blogger hanımlardan neler neler öğreniyoruz her kadın bir bilgi ve deneyim hazinesi gibi. 
      

  Dün de mesela iş gezisi bavulu hazırlama konusunda az çok bir şeyler öğrendim. Çünkü tatil bavulu gibi olmayacağını neyse ki yola çıkmadan fark ettim. Hem mümkün olduğunca en küçük bavulu hazırlamak, hem de bu bavula eşarptan, takım elbiseye, ayakkabıdan çantaya, çoraptan, boneye kadar  en az iki kombine edilmiş takımı ve akşamları giyilecek bir iki parça rahat kıyafeti yine birbirine yakıştırıp sığdırmam gerekiyor. En zor yanı şu ki ne giyeceğine önceden kesin karar vermek ve bu renkler etrafında kombinleri hazırlamak. 3 gün için iki takım elbise koymayı ve bu iki takım elbise için de sadece bir ayakkabı ve bir el çantasını bavula koymaya karar verdim. Tabi bu takımların içine bir tişört bir de gömlek ve ikisine de iki ayrı eşarp ve bone ile bir inci takı ve  bir de severek kullandığım uzun taş boncuğumu almaya karar verdim. Bir de abdest ve havuz için terlik, bir tane oda için ince bir seccade (çünkü çoğu gittiğim otel odalarında olmadığı için yatak örtülerini falan seccade yapmak zorunda kalmışımdır). Her ihtimal için sıcak tutacak bir yağmurluk almaya karar verdim, geri kalanlar da işte hepimizin bildiği pijama, tarak, fırça-macun, parfüm vs... (Bunları da liste yaptım tabi :)))
     Bizde durum budur, bu hafta sonu bendenizi oldukça yoğun işler bekliyor, el çabukluğu iyi olan hatunlar için çok önemli olmayan işler olsa da benim gibi zor karar verip az beğenen ve çok da pratik olmayan garip gurebalar için epey bir performans gerektiriyor.  Sizden her konuda tecrübelerinizi yazmanızı ne çok isterim. Sevgiyle kalın, mutlu hafta sonları...



24 Mart 2014 Pazartesi

PAZARTESİ...

 
                   (Sardunyalar, en sevdiğim çiçekgiller, çocukluğum, anılarım...)
    Pazartesi, yeni bir hafta. Yeniden yapmak, yakıştırmak, düşünmek, çözmek, uğraşmak, yorulmak, cumayı iple çekmek, cumartesi pazar için hayal kurmak. Bir hafta boyunca ne hayaller gelip gidiyor, o bitip tükenmeyen işlerin arasından ah bir bilseniz ;)) Öyle böyle değil rengarenk, her daldan, her çeşitten, her işten. İnsanoğlu bu kadar meraklı ve hayalperest olmasa galiba bu kadar çok gelişemezdi dünyamız değil mi? Kendimi de böyle teselli edeyim ne yapayım :))
     (Şimdi benim gibi kapı meraklıları, bu kapının üzerinde kendi isminin yazıyor olduğunu hayal ediyordur, eminim :))))
      Haftalardır hafta sonları yağmurlu olduğu için bahçe işlerime el atamadım, bu hafta sonu da; haftaya Kuşadası'nda olacağım için evi barkı kırklamakla geçti. Ama doğrusu üzülmedim değil, bu hafta sonu pırıl pırıl güneşi bahçe için değerlendirememiş olduğum için, bir de yine içimdeki o ses başladı yine tabi "senin işin değil, beceremeyeceksin, eline yüzüne bulaştıracaksın, bahçe işi kim sen kim" susmaz da susmaz ama maalesef biraz haklılık payı var galiba. Tamam işi bilmiyorum veya kendimce beceremeyebilirim ama vakit sorunum da var galiba benim. Her neyse inşallah bu yaz torbaya girmedi ya elbet el atabileceğim. Tek derdimiz varsın bu olsun.
     (Yollar, dinginlik, huzur, değişim, yaşam benim için)
     Her şeye vakit bulabilen, becerip kotaran  insanlar iyi ki varlar. İyi ki varsınız canlar, siz olmasanız halimiz nice olurdu... Sevgiyle kalın, fakiri de dualarınıza katıverin...
       (Fotoğrafları pinterestten seçtim içimiz açılsın diye, mutlu başlayalım mutlu bitsin inşallah...;)
    (Ve hasılı hepimizin özlediği bir avuç huzur...)

18 Mart 2014 Salı

GÜZEL İNSANLAR

       Dün mutluluk üzerine yazmaya çalışıyordum, lakin öyle kalabalık ve yoğun geçen bir gündü ki bir türlü yazıyı bitiremedim. E haliyle taslak olarak kalan her yazı gibi o da kendini çöp kutusunda buluverdi. Bugün de can sıkıcı işlerin bitmeyen kalabalığı devam ediyor bakalım bu yazı tamamlanabilecek mi?
      Dün nasıl yorulduysam artık bu sabah gözümü açamayınca günlerden cumartesi sandım, salı olduğunu hatırlayınca bu hafta nasıl bitecek acaba dedim kendi kendime :) İki gündür yapamadığım yürüyüşümü yapmak, arkasından duş alıp, bahardan bahara aklıma gelen antiaging gündüz kremimi artık kırışma alarmı veren cildime sürünüp güne pozitif başlamaya çabalamak da pek işe yaramış sayılmaz. Sağlık olsun. 
     Mutluluk benim için bu cumartesi ziyaretine gittiğim kuzinimdi. Aynı zamanlarda, aynı çatının altında doğup, aynı çocukluğu, aynı anıları, aynı kahkahaları, aynı ağlaşmaları, aynı acıları, aynı komedileri, aynı çocuk oyunlarını paylaştığım, sonra da  hayatın bizi savurduğu yerlerde ayrı kaldığımız kuzinim demeyeceğim kız kardeşimdi. Eskisi gibi her dakika kendi kendimize yazıp-oynadığımız sınırsız komedilerin kahkahaları pek yok artık. Ayrı şehirlerde ayrı hayatların ayrı telaşları var şimdi. Ama O, canım benim ne kadar iyi bir ev hanımı olmuş, ne kadar iyi bir anne olmuş, ne kadar iyi bir aşçı olmuş, ne kadar iyi bir temizlikçi, düzenci olmuş. Ne kadar iyi bir ev sahibesi olmuş. Nasıl iyi bir öğretmen, nasıl iyi bir eğitimci olduğunu  tahmin bile edemiyorum. Çünkü tüm bunları becerirken sürekli de okuduğunu, kendini eğittiğini, geliştirdiğini biliyorum. Bilmediğim, anlamaya çalıştığım, düşünüp durduğum şu ki; bütün bunları nasıl becerebildiği. Her şeye nasıl yetişebildiği. Böyle bir enerji varsa, bu enerji verilirken acaba ben nerdeymişim :)) Oralarda aynı yerlerde, aynı çatının altındaydık doğarken ama mazallah heralde bana gelecek olan da yanlışlıkla onların odasına gitti. Kesin bi yanlışlık olmuş olmalı :))) Yani velhasılı can kardeşimi böyle mutlu ve kusursuz görmek beni çok mutlu etti. Çünkü O mutluluğu en çok hak edendi. Çünkü O daha hayatının baharındaki annesini, daha on beş yaşındayken aniden kaybedip lise hayatında tarumar olandı. Çünkü O bu tarumarlığın dibine vurmuşken üniversiteyi kazanıp bin mücadeleyle okuyandı. Çünkü O kendisine verilen her nimetin kıymetini bilendi. Çünkü O, hayatta başına gelen her zorluğa güzellikle sabr edendi. Çünkü O, hiç bir zaman Rabb'inin huzurundan ayrılmayandı. Çünkü O, her şartta edebini, sükunetini, nezaketini bozmayandı. Ben bu güzel insanı yazmakla bitirebileceğimi ya da yazmayı becerebileceğimi sanmıyorum. Bunlar cumartesiden beri içimden geçenlerdi, yazmadan edemedim. Ayrıca bloğumun takipçisi değil. (mümkün mertebe bizzat tanışıp, görüştüklerimin bloğumdan haberdar olmalarını veya birebir beni takip etmelerini istemiyorum burası denetime açık değil, istediğim gibi içimi dökemem yoksa :)) Yani bu yazıyı sakın ola bir methiye olarak düşünmeyin.  Bu hayatta hala böyle güzel insanların olduğunu görmek, buna şahit olmak çok güzel bir duygu Allah hayatımızdaki sayılarını artırsın ve  fakire de bu güzel insanlardan olmayı nasip etsin. Selam ve Dua ile...

    

14 Mart 2014 Cuma

HATA VEREN İZLEYİCİ GADGETİNİN DÜZELTİLMESİ

Blogta ekli olan izleyiciler gadgetimiz hata veriyor, çalışmıyordu. Bugün yeni tanıdığım bir blogger Çocuğumla Eğlenirken arkadaştan nasıl çalıştığını öğrendim. Ben de aynı sorunu yaşayan arkadaşlarıma öğrendiğim bu çözümü anlatmak istedim. Eğer izleyiciler gadgeti sayfanızda yüklü değilse önce bunu sayfanıza yükleyin.
Izleyiciler
Izleyiciler
Önceden eklenmiş
Blogunuzu izleyen Kullanıcıların bulunduğu Bir listesini görüntüler
Yazar: Blogger 


Yükledikten sonra hata veriyor, izleyicileri göstermiyorsa şimdi aşağıdaki adımları takip edin. Önce tasarımdan Ayarlar'a girin.
Ayarlar } Blog adresinize bir harf ekleyin örneğin
Blog Adresi www.yuzyillikkonakk.blogspot.com gördüğünüz üzere burda adresime bir k ekledim.
Şimdi değişiklikleri kaydeti tıklatın ve bloğunuzu görüntüleyin. Artık izleyecilerinizi sayfanızda göreceksiniz. Ve son adıma geçelim.
Tekrar ayarlardan blog başlığınızı eski (www.yuzyillikkonak.blogspot.com) haline getirip tekrar kaydedin. 
Hepsi bu kadar... 

12 Mart 2014 Çarşamba

TÜRKİYE CENNETİ

   
   Öyle şaşkın ve üzgünüm ki bu günlerde... Duygularımı nasıl ifade edebileceğimi bilemiyorum. Bu Ülke'de doğup, büyümüş, bu Vatan'da okumuş, her Türk çocuğu gibi aynı tarih, coğrafya, Türkçe, matematik, dil, din.... derslerini okumuş, aynı bayramları kutlamış, aynı marşları okumuş, aynı türküleri söylemiş, aynı halk dansları ile 23 Nisanlarda gösteri yapmış, aynı coşkuyla 19 Mayıslarda estetik jimnastik hareketlerini öğrenmiş, Cumhuriyet bayramlarında, 30 Ağustoslarda aynı bando marşlarını çalarak göğsümüzü kabartarak kortejlere katılmış, İstiklal Marşımızı okumuş, 10. yıl marşlarında "Çıktık açık alınla, 10 yılda her savaştan, 10 yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan. ve nakaratlarda Türk'üz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi, Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri" diye kızlı erkekli korolorda makamına uygun söylemeye çalışıp milletimizle, ülkemizle, geçmişi anarak, anlamaya çalışarak yetiştirildik. Çanakkale savaşının acısını Merhum Mehmet Akif'in Çanakkale Destanı ile, Sakarya Savaşlarını, İnönü Muharebelerini Üstad Necip Fazıl'ın "Sakarya Türküsü" ile, bayrağımızı Arif Nihat Asya'nın "Bayrak" şiiri ile sevdik, anlamaya çalıştık, beynimize ve yüreğimize kazıdık. Ben kendi adıma bunları annemden öğrenmedim, Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet okullarında, öğretmenlerimden öğrendim.  Hepsine de gönülden minnettarım, bana Ülkemi, geçmişimi, milletimi, bayrağımı sevdirdikleri için... Fakat sonra araya bir şeyler girdi. Biz çocuktuk, bilmedik, görmedik, anlayamadık... Ülkem'de darbeler olmuş, bu darbelerden darbe alanlar, devletine küsmüş, bu darbelerin öncesinde ve sonrasında birbirlerine karşı kışkırtılan kardeşler birden bire ayrışıvermişler.  Bizler birdenbire Türk olduk, Kürt olduk, ülkücü olduk, solcu olduk, alevi olduk, sünni olduk(!) Bendeniz  de hayatımın bir döneminde, tamamen kendi irademle ve Allah'ın lütuf ve yardımıyla örtüneyim, dinimi öğrenmeye ve yaşamaya çalışayım derken baş örtümle üniversiteye, sınava, kampüse, asker eşimle görüşmek için nizamiyeye ve yine asker kayınbiraderimin oturduğu askere ait lojmana misafir olarak dahi  giremeyeceğim, kamusal alanda bulunamayacağım, kamuda çalışamayacağım, memur olamayacağım ve hatta dış kapının mandalı bile olamayacağım binlerce kez söylenince içimde cevaplar aramaya, nedenini anlamaya, farkımın ne olduğunu kendime anlatmaya, başörtüsüz ben'le, başörtülü ben arasında hiç bir ayrım olmadığını duyulmayan çığlıklarımla her hak mahrumiyetimde anlatmaya çalıştım. Bu süreçte de laik, antilaik, dinci-kemalist olarak ayrıştık(!) (Ama asla düşman olmadım, ne devletime, ne ülkeme, ne beni sadece bir metrekare kumaş için kendilerini beyaz Türk olarak tanımlayan bize  de zenci muamelesini reva görenlere düşmanlık etmedim, etmedik, yakmadık, yıkmadık, sokaklara dökülüp terörize olmadık. Kendimizce çareler üretmeye, kendimizce yeni yollar çizmeye çalıştık, düşmanlık etmedik, kin, öfke, nefret kusmadık)  Yeni trendimiz de cemaatçi, partici... Bakalım bundan sonra ne icat edilecek. Her ayrımda yeni yaralar alıyoruz, her ayrımda bir kez daha, bir kez daha kardeşliğimizin dibine kezzap döküyorlar. Yok aslında birbirimizden bir farkımız, hepimiz bu Ülke'nin öz evlatlarıyız, dinimiz, dilimiz, ırkımız, mezhebimiz, meşrebimiz, inancımız, inançsızlığımız ne olursa olsun herkes yasalar ve adalet önünde eşit olmalı ve eşit haklara sahip olmalı. Devlet baba ise hükümetler de anne olmalı ve asla birey hakları küçümsenmemeli, çiğnenmemeli. Bu ayrışmaları körükleyecek tutumlar sadece kabuk tutamayan binlerce yaramıza tuz basıyor,  Bu Ülke hepimizin ve kardeşlik, huzur da hepimize lazım... Mustafa İslamoğlu'nun en sevdiğim benzetmesiyle T.C'nin açılımı Türkiye Cehennemi, olmamalı, Türkiye cezaevi olmamalı, Türkiye Cemaati olmamalı Türkiye Cenneti olmalı. Belki biz göremeyeceğiz,  ümit kırıntılarım bile kalmadı artık ama hiç değilse evlatlarımız Türkiye Cennetini yaşamalı...


Sakarya Türküsü

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..

(1949)
Necip Fazıl Kısakürek

8 Mart 2014 Cumartesi

BENİM KASABALARIM

   



    İçimde iki ayrı mı desem, iki yüz ayrı mı desem bilmiyorum. Ama bir kalabalık, bir çok seslilik var. Çoğu zaman hangisinin gerçek olduğunu ben bile bilemiyorum. Sadece bu; bazen iki, bazen iki yüz olan kadınların arasında koşup, savrulup duruyorum. Sonra ne kadar çok yorulduğumu görüp kendime acıyorum. Neden diyorum ben de diğer insanlar gibi değilim, neden bu kadar çok ses, bu kadar çok karakter? Kafamın içinde bu kadar çok tantana...  Karakterler ki; her birinin sadece kendi değneği havada. Öyle böyle değil. Biri sussa, diğeri başlıyor. Biri alışsa, diğeri yadırgıyor. Biri kabullense, diğeri itiraz ediyor. Biri olur peki dese diğeri, neresi olmuş daha iyisi olmalı! var! Biri yetinse diğeri bu mu diyor? Bense yıllardır ortayı bulmaya çalışıp dururum. Ama becerebiliyor muyum hayır!  Bir yanım yatıp dinlenmek istese diğer yanım boş boş yatılmaz şu iş de var bu iş de var kalk işlerini hallet der. Biri yaptım oldu, dese diğeri hemen tepeden tepeden "daha  iyisi de olabilirdi". Düşünün ki geçtiğimiz tüm hafta yapılamamış işlerimi yetiştirmek için çırpındım durdum. Sırf içimdeki temizlik müfettişi kadının alaylarına maruz kalmayayım diye. İşte bu kadınlardan biri şehir hayatının sunduğu her konforu olağan görürken diğeri ise görüp göreceği  tüm  kasaba ve köylerdeki  sükunetin ne kadar da ulaşılamaz bir hayal olduğunu söyler durur. Şehirli kadın ne kadar takıp takıştırmaya, giyinip kuşanmaya meraklıysa, kasaba meraklısı kadın da, bir örtme bir şalvarla dolaşmanın asıl özgürlük olduğunu söyleyip durur. Her gidilen kasabadan veya köyden hiç değişmesin, lütfen böyle kalsın diye dua ederek dönerim. Sanki bir gün kaçıp oraya saklanmak için hep var olsunlar, yaşasınlar, değişmesinler istiyorum. Ayvalık'a, Cunda Adası'na, Bergama'ya, Beypazarı'na, Safranbolu'ya, Göynü'ğe, Mudurnu'ya, Taraklı'ya ....... veya kendi köyüme ne zaman gitsem nasıl bir huzurla doluyorum. Oh diyorum hayat bu. Herkesin birbirini tanıdığı, bildiği, falangiller, filangiller diyebildiğin bir yerde, hemen hemen herkesin aynı giyinip kuşandığı yöresel kıyafetlerle sadece mevsimlere göre yaşamak, hayatı sürdürmek acaba nasıl bir duygu? Nasıl ulaşılamaz bir nimet ki derim hep. İmrenerek döner, hayalini kurmaya çalışırım uzaktan gözüme pek hoş görünen o hayatın. Özellikle de iş hayatının tantanaları sesini yükselttikçe, kasabalı hayat daha da büyür gözümde. Şehirde, çocuğu gittiği iki adım ötedeki güvenlikli, korumalı, okula bile yollarken neyle karşılaşacak acaba diye düşünüp endişe ederken kasaba hayatı gözümde daha bir cazibeli olup durur. Şehirde her başımı dışarı uzatmam gerektiğinde bile tepeden aşağı giyinip kuşanmayla uğraşırken bir şalvar bir örtme gözümde büyür durur. Şehirde karşılaştığım insanların  binbir hesabını görüp, kırılıp incindiğimde, kasabalarda köylerde de böyle midir ki der dururum. 
   Belki hiçbir zaman öyle bir kasabada yaşayamayacağım veya hayal ettiğim gibi bulmayacağım ama  benim için güzel bir hayal. Sükuneti hayal etmek bile paha biçilemez... Hele ki içimdeki bunca kadınla... 
(Türkü sever dostlarıma sevdiğim güzel bir Bolu Türküsü "Beyaz giyme söz olur, siyah giyme toz olur'la postu kapatayım istedim).



3 Mart 2014 Pazartesi

TEMİZLİK MÜFETTİŞİ

        

  Bugünkü konu başlığım çok eften-püften gibi olsa da "temizlik". Bildiğimiz hakiki manada temizlikten bahsediyor olacağım. Çünkü kafamı meşgul eden şey rutin olarak (bizde bu rutin haftalık oluyor ne yazık ki) yapamadığım bu  eften püften temizlik işi. Geçen haftanın yorgunluğunu atamadım, üzerine bu yorgunluktan mıdır bilmiyorum bir de farenjit eklenince evi dip köşe kazımam mümkün olmadı. Bu kazıma lafını da sevmiyorum, çünkü üst katımdakiler için kullanıyorum. "Ev süpürme değil, kazı yapıyor mübarek" diyorum duyunca. Meğer evin hanımı değil, eşi süpürüyormuş. Tevekkeli bir kadının o gürültüyü çıkarması da pek mümkün görünmemişti zaten bana. Her neyse işte aklım evde kaldı yapılacak işlerin yapılamamış olması, herkes gibi beni de rahatsız ediyor. Her birisi gözümde büyüyor, çoğalıyor. Çünkü hafta içinde benim o kadar işi yapacak ne zamanım ne de takatim olmadığı  için bir daha ki hafta sonuna bizi ancak eskilerin tabiriyle "dere paklayacak" galiba. Sabah boğazımda ağrıyla uyandım, sabah namazını zor yetiştirdim. Felaket bir bitkinlikle çocuğu hazırlayıp okula gönderdim. Çöpleri görevliye çıkarıp, kendimi yatağa bir nefes attım. İşe de gitmeyeyim, hem biraz canlanınca gün içinde üç beş iş daha  yaparım diye düşündüm. Biraz yatakta uzanıp dinlenince içimdeki "vazifeşinas zat" başladı vıdı vıdı vıdı. Daha yatmak ne mümkün ter su içinde giyinip yola düştüm. Bu yazıyı bitirir bitirmez zatı-alilerinin keyfi için işlerimin başında olacağım. Yeter ki bunca yapılamamış işlerimin üzerine bir de "vazifeşinas zatın" tantanasını çekmeyeyim. Diğer yandan da içimdeki  "temizlik müfettişinin" bitmek bilmeyen, mazeret kabul etmeyen, hiç bir işi beğenmeyen, her daim aşağılamaya hazır, alaycı ve küçümseyici bakışlarına, acımasız eleştirilerine tekrar yakalanmamak için bu temizlik işini de aradan çıkarmam gerekiyor haftaya bırakmadan, yoksa susmaz, susmuyor, dili pabuç kadar, terbiyesi mümkün olamadı...