18 Ağustos 2014 Pazartesi

BİR ÇİFT KURU YAPRAK

        Yüksek tavanın eskiye dair tüm boya badana kalıntılarını Trabzon'lu boyacı kazıdı indirdi. Aynı şekilde duvarları da. Sonra günlerce kırk derecelik sıcaklarda bin emekle her yer alçı ile sıvanıp, nil yeşilini andıran buz beyazına boyandı. Kapılar, pencereler de beyaz yağlı boya ile tekrar boyanıp cam gibi ışıldatıldı. Evdeki yerden tavana kadar kullanılan örtü, pırtı, halı, kilim, koltuk, kanepe ne varsa yıkandı paklandı. Yeni alınan beyaz ketene işlenmiş Antep işi örtüler bu bembeyaz ışıl ışıl olmuş eve serildi. Gecenin saat ikisine kadar kalan son işler de özenle yapıldı. Her yer öyle güzel ve ahenkli olmuştu ki ağızdan çıkan "bu evi gün ışığında da görebilecek miyim ki" sözü söyleyenin bile dikkatine mucib olmadı. Yaklaşık bir saat sonra büyük bir gürültü ile yattığı yatağın karşısındaki duvarın,  duvarda asılı aplik gece lambasının altından yarıldığını gördü ve gerisini hatırlamadı. Yatakta sırtüstü yatarken gördüğü manzaranın dehşeti ile yüzüstü dönmüş ve gayri ihtiyari başını kollarının arasına almıştı. O arada vücuduna düşen enkaz yığınlarının, gürültünün, tozun toprağın ne kadar sürdüğünü hatırlayamadı. Sanki arada film kopmuştu. Bilinmeyen bir süre sonra olduğu yerden kımıldanamadığını elini kolunu bacaklarını oynatamadığını fark etti. Eşine seslendi, ya da seslendiğini zannetti. "Yaşıyormusun!", "yaşıyormusun cevap ver lütfen!", "sevgilim beni duyuyormusun?" Cevap yoktu. Öldü galiba dedi! O'nu kaybettim. Herşey buraya kadarmış!... Benim de yaşamamın bir anlamı kalmadı. Kim bilir belki ben de yaşadığımı zannediyorum. Belki ben de bir ölüyüm şu anda diye düşündü. Artık çırpınmaktan da vazgeçmişti. Sonra bir ses duydu! Önce cevap veremedi, konuşamadı, çünkü kendisini bile bilebilecek durumda değildi. Tekrar tekrar, az önceki kendi soruları sanki geri yankı yapar gibiydi. Cesaretle cevap verdi, "yaşıyorum!" "yaşıyorum ama kımıldanamıyorum, kollarımı kurtarabilirmisin? Eşi kollarına ve başına düşenleri temizledi ve birbirlerinin yaşadığını gördüler ay ışığında. Evet gökyüzünü görüyorlardı. Birbirlerini çekeleye çekeleye oldukları yerde doğruldular, çatının kiremitleri, kocaman beton kolonuyla yataklarının üzerine, hemen yanlarına inmişti.  Sadece bir leyleğin yuvası büyüklüğünde boşluk açmıştı Allah onlara hayat olsun diye. (Yaklaşık bir ay önce bir Hilye-i Şerif'i tam yatak odalarının olduğu kısma gelen 2 kat aşağıdaki dükkanlarına asarken şu cümleler geçmişti aralarında. "Bunun ne olduğunu biliyor musun? "Efendimiz'i anlatmıyor mu o?" "Evet ama bu Hilye'yi asarsan şayet asılı olduğu yeri afetten, musibetten korurmuş", demişti adam. Kadının bu tür inançları biraz zayıftı. Peki o zaman bunu odamızın olduğu kısmın altına asalım diyerek birlikte dükkanın duvarına asmışlardı)  Bulundukları yerden yardım almadan kurtulmaları pek mümkün görünmüyordu. Zaman sonra yardıma koşuşan konu komşu tarafından enkazdan indirildiler. (Hilye'nin asılı olduğu duvar dimdik ayakta idi) İlk önce kadın kendisine giyecek bluz, etek, eşarp ve terlik aldı evlerinin tam karşısındaki tek katlı, eski, bahçeli evin sahibesi yaşlı kadından. Sonra indikleri enkazın altında kalan diğer insanları kurtarma yardımı istemek için eşiyle camı, kaportası evden düşen enkazdan kırılıp yamulmuş arabalarına binip itfaiyeye, polise gittiler. Fakat nafile yere dolaşıp tekrar enkaza döndüler.  Heryer yıkıldı, başınızın çaresine bakın dediler. Ve aylarca başlarının çaresine bakmayı öğreneceklerini bilmeden çırpındılar sabahın ilk ışıklarına kadar. Sabah olunca gördüler ki her yerleri kan revan içindeydi. Birlikte enkazdan çıkarılanların peşinden hastaneye gittiler. Bahçeye çıkarılmış, yerlere yatırılmış yüzlerce hasta, yaralı içinde yere oturtulup onların da yaralarına dikişler atıldı, bandajlandı, oldukları yere yatmaları tavsiye edildi.  Hastane personeli acele ile yanlarından ayrılıp bahçede etrafına çarşaf gererek duvar örülen kadına doğumunu yaptırdılar onlar ordayken. Gün yavaş yavaş öğlene dönmeye başlarken afetin taa Gölcükten berisini yıktığını öğrendiler. Nereye gideceklerini bilmeden şehrin bir doğusuna, bir batısına dolanıp durdular. İkindi namazında binalarındaki enkazda kalan yeğenlerinin cenazesine katıldılar. Kimin nerde, hangi hastanede olduğunu bilmeden, nerde nasıl sabahlayacaklarını bilmeden akşam ettiler. Bu evsiz kaldıkları ilk akşamdı fakat elbette son akşam değildi. Aylarca rüzgarın önündeki kuru yaprak gibi savrulup, bir oraya bir buraya uçtular... 

            (17 Ağustos'un anısına)  

10 yorum:

  1. Çok üzücü bir olaydı. Tekrarından hepimizi korusun. Lakin bu çarpık ve hatalı yapılaşma aynen devam ediyor. Olduğu gibi bekliyoruz aslında, bir şey yapmadan:(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aşkolsun patır patır rezidanslar yapılıyor ya allı pullu(!)

      Sil
  2. Alıntı de yaşamadım de ...
    Allah'ım sen koru..

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel anlatmışsınız. Daha çok insan anlatmalı orada yaşananları ve duyguları. Belki o zaman anlarız ve önlem alırız, farkında oluruz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Kadriye Hanımcığım, ne güzel iltifatta bulunmuşsunuz, varolasınız...

      Sil
  4. canım Allah hepimizi korusun depremden. ne güzel anlatmışsınız. Okurken içinde gibi hissettim keşke daha çok yazsanız

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yürekli blogdaşım; gönlünün güzelliği için ne kadar teşekkür etsem az. En kalbi sevgilerimi gönderiyorum.

      Sil
  5. Bu acıyı yaşayanlara çok büyük geçmişler olsun :(
    Rabbim bir daha yaşatmasın kimselere..

    YanıtlaSil