15 Aralık 2014 Pazartesi

GÜN OLA HARMAN OLA...

         Son zamanlarda mevsimsel olmanın yanı sıra sanırım iş stresinden de tevellüt eden "sırt-boyun-kol" ağrılarım hayatımın tadına tuzuna biber ekeledi. Biliyorum ki vücuda çarpan stres mutlaka kendisini vücudun herhangi bir yerini perişan ederek dışarı atıyor. Ve fakat yine de hayatta değişmeyen şey olan  duvar gibi bir karakterse yaşanılanların önüne, bu duvarı aşıp geçmeye muvaffak olamıyorum. Bu duruma galiba mukadderat deniliyor. Değiştiremediğim bir çok şeyin varlığını kabullenmem de zordur benim. Velhasılı uğraşır dururum kendimle :)) Tabi bir de sürekli değişkenlik gösteren (bu da ikizler burcunun mu tesiridir bilemiyorum) öğrenme merakım var ki bundan bizar değilim. Yoksa hızına yetişemediğim beyin anaforlarımın altında kalakalırdım mazallah. Çıt!! Bir bakmışsın dişliler gitmiş :)). Şimdi neye mi merak saldım, elbette gündeme düşen osmanlıca okumayı öğrenmeye. Daha önceleri de arasıra aklıma gelip gidip durmuştu lakin cumartesi gece Bardakçı'nın "uğraşsanız yirmi günde öğrenirsiniz" demesiyle filim koptu.  Ben eni konu uğraşıyorum bulmaca çözer gibi, hoşuma da gitti ama. Efendim şimdilik parçadaki beş on kelimeyi okuyabilip  parçayı anlayamasam da dedemin okuduğu kitaplardaki o şiveyi okudukça O'nun bize okuduğu kıssalardaki sesini duyar gibi olmak, çocuk halimizle bu dile kıkır kıkır gülüşmelerimizi hatırlamak beni mutlu etti. Gün ola harman ola... 

12 Aralık 2014 Cuma

ELEŞTİRİ

         Çok eskilerden bir gece, artık uzun yıllardır görüşmediğim bir arkadaşımla aklımıza nerden geldiyse birbirimizi eleştirelim dedik. Sonra hangimiz önce başladık bilmiyorum fakat hayatım boyunca hiç unutmayacağım eleştiriler duymuştum. Öyle kırıldım, öyle incindim ki kelimeler kifayetsiz. He neden incindim çünkü biz eleştiri yapalım derken daha çok birbirimizi entellektüel eksiklerimizle eleştirelim diye anlamıştım. Oysa arkadaşım bana yemeği nasıl hızlı yediğimden girişip, sabahın köründe yataktan kalkar kalkmaz pencereyi açıp evi nasıl buz gibi ettiğimden, eşarbımı bağlama şeklimden, giyimimden kuşamımdan daha buraya yazamayacağım bir sürü şeyden çıkmıştı. Şok olmuş bir şekilde dinliyor, ağzımı açıp bir kelime dahi edemiyordum. Nitekim edecek bir kelime bulamadım da. Yine başka bir arkadaşımı güle oynaya misafir edip yolculadıktan  haftalar sonra bana, senin o zaman canın bir şeye mi sıkkındı diye sorunca günlerce sersemlemiştim, nasıl böyle hissettirdim diye. Etmedim edemedim bunu bir arkadaşıma sordum. Ve bana öyle enteresan bir açıklama getirdi ki buraya yazarsam ola ki arkadaşım okur mokur da olayın gerçekliğini çözen kıza bir tebrik yollar :)))). Velhasılı anladım ki eleştiri duymak bana göre değilmiş! Ya da benim eleştiriden anladığımla, başkalarının anladığı aynı şeyler değil belli ki. Şimdi ne zaman bir eleştiriyle karşı karşıya kalsam, önce karşımdaki insanın vicdan, merhamet ve akıl ölçüsünü sorguluyorum. Böylesi en azından suskunluğuma bir açıklama oluyor, zira ben neden bir kelime edemedim diye içim içimi yemekten kurtulmuş oluyorum bir nebzecik de olsa...

4 Aralık 2014 Perşembe

BİR NEFES HUZUR

       Artık mevsim sonbahardan kışa doğru yürüse de havalar hala yağmurlu ve ılık. Eskiden yılbaşı yaklaşırken şehirdeki hemen hemen bütün vitrinler kırmızı beyaz yapılır, ya heybeli, şapkalı bir  noel baba, ya ışıl ışıl süslenmiş çam ağaçları,  ya da kraponlarla, uçuş uçuş görünen kar figürleriyle süslenmiş olurdu. Artık İstiklal'de, Nişantaşı'nda veya avm komplekslerinde yürümüyorsan,  bunlara pek rağbet edilmediğini görüyorsun. Dünya küreselleşirken, ulus devlet kimliklerini gözümüze gözümüze sokanlara bir nazire yaptığımızı düşünüyoruz galiba içten içe. Neyse işte konu neydi nerelere geldik. Efendim bu günlerde fakir duanıza muhtaç. Allah hayır etsin bir yoğunluk, bir yoğunluk aldı başını gidiyor. Ben de alıp başımı gidecek hallerdeyim. Bir küçük dua, bir nefes huzur iyi gelecek... Mendilimi serdim bekliyorum. Sevgi ve muhabbetlerimle ;))